Pazarcık’ta fırıncı esnafı denildiğinde benim aklıma en eskilerden yenilere doğru şu isimler gelmektedir:
Fırıncı Mıstık (Mustafa Gülebenzer), Fırıncı Hamo (Mehmet Nevzat), Fırıncı Ökkeş, Nevzat, Fırıncı Hasan Geliç, Fırıncı Ahmet Gülebenzer, Yukarı Pazarcık’ta Fırıncı Ejder Arık, Mahmut Üveyik (Lale Fırını), Karatarlalar Fırını, Fırıncı İsmet Yaylacık, Fırıncı Kel Ali, Fırıncı Cuma Erol, Fırıncı Mahmut ve aklıma gelmeyen diğer fırıncı esnafımız. Yaşayanlara Allah selamet versin, ahirete irtihal edenlere Rabbim rahmet eylesin.
Pastanecilik mesleği fırıncı benzeri bir meslektir. Memleketimizde pastaneci isimleri olarak şu kişiler sayılabilir: Pastaneci Fazıl Gülebenzer, Pastaneci Halis, Şafak Pastanesi Mehmet Ali Çevik, Pastaneci Burak, Pastaneci Menderes Şahne, Pastaneci Mehmet Aygördü, Pastaneci Yunus (Dursun Akdere), Kervansaray Pastanesi Mahmut Çilo, Ballı Pastanesi, Pastaneci Ali ve aklıma gelmeyen diğer pastaneci esnafımız. Yaşayanlara Allah selamet versin, ahirete irtihal edenlere Rabbim rahmet eylesin.
Ben fırıncı denildiğinde ve çocukluğuma döndüğümde Fırıncı Hamo’yla ilgili bir anımı hep hatırlarım. Yaşım 13 ya da 14. Günlerden Kurban Bayramı. Ve Bayramda her evde et bol olduğu için Pazarcık’ta fırınlarda yüzlerce lahmacun içi pişirilmeyi bekliyor. Öyle bir sıra var ki, “ben söyleyeyim 30 lahmacun içi var, siz söyleyin 60 lahmacun içi var.” Bana da evde hazırlanan ve lahmacun olarak pişirilmek üzere hazırlanan lahmacun içini Hamo Emmi’nin fırınına götürme görevi verildi. Hamo Emmi’nin fırınına gelip sıranın en sonuna lahmacun içi dolu olan tepsiyi bıraktım. Benden sonra onlarca kişi de fırına gelerek lahmacun içini fırına getirip bıraktı. Akşam güneş batmaya yakın vakit olmasına rağmen bizim lahmacunlar sıranın orta yerlerinde duruyordu. Bir yaşlı amca lahmacun pişirme kuyruğunda bana sordu: “Oğlum sen kimin oğlusun.” Ben cevap verdim: “Külhani Mehmet’in oğluyum.” Bu arada fırında ocakta lahmacun pişirmekte olan Hamo Emmi, bu konuşmaları duymuş. “Külhani’nin oğlu kim”, dedi. Ben sevinçle öne atılarak: “benim Hamo Emmi” dedim. Ben tabi “Külhani’nin oğlu kim” diye sorunca, Hamo Emmi bizim lahmacunu erken pişirecek ve bize bir ayrıcalık uygulayacak sandım. Meğer tam tersini düşünüyormuş Hamo Emmi. Aynen şöyle dedi: “Bu Külhani’nin lahmacun tepsisini sıranın en sonuna atın” dedi ve ekledi: “Bana söz verdiği halde, 1 aydır fırıncı küreğini yapmıyor, görsün bakalım lahmacunu saat gece kaçta yiyeceğini.” Evet, Fırıncı Hamo Emmi, bizim lahmacun tepsisini sıranın en sonuna bırakmıştı: O gece neredeyse gece 12.30 sularında lahmacun yiyebildik. Eve vardığımızda, evde lahmacun aşkıyla bekleyen kardeşlerim açlıktan pencereye yapışmış vaziyette lahmacun bekliyorlardı O gece çok geç saatlerde lahmacun yedik, afiyetle, elhamdülillah.
Lahmacun dedik de, bizim memleketin lahmacunları çok lezzetli olur. Hiçbir yerin lahmacununa benzemez. Öyle lezzetli olur ki, bir yeyişte, 30 lahmacun yiyene dahi rastlanırdı.
Şimdi nerede kaldı o eski lezzetli lahmacunlar. Artık eski lezzeti ve ustalığı göremiyoruz. Lahmacunun hamurunun ince olması ve kenarlarının da yanmamış olanı makbuldür. Bir de lahmacun içi çok olmalıdır. İçini az koyarlarsa lahmacun lezzetsiz olur.
Ah ah, ah ah! Fırıncılar deyince yine eski güzel günlere daldım. Fırında ekmek çıktığında un ve hamurun kokusu mis gibi tüm mahalleye yayılırdı. Şimdi fırının yanından geçiyorsun da o kokuyu alamıyorsun. Diğer gıdalarda lezzet ve organiklik azaldığı gibi, unlar ve hamurlar da tabi ve sade olmaktan uzaklaştırıldı. İçine konulan katkı maddeleri dolayısıyla eski ekmeklerin lezzetini alamıyoruz.
Mahallede fırın olması ev hanımlarını yemek düşünme ve yemek hazırlama zahmetinden de kurtarıyor. En pratik ve en hızlı yemekler fırın da pişirilen tava yemekleridir. İki patates, iki domates, iki biber doğrarsın bir tepsiye, yanına da yarım ya da 1 kilo et koydun mu, al sana mis gibi bir yemek. Bunu gönder fırına ve pişirt. Pişirdikten sonra eve getirirken de tepsinin üstüne 3-4 tane sımsıcak pideyi yerleştir. Eve geldiğinde “bismillah” diyerek, pideyi tepsinin içindeki yemeklere bandıra bandıra ye. Bundan büyük mutluluk mu olur.
Benim çocukluktan beri, fırından sımsıcak yeni çıkmış pide ekmeğine karşı hayranlığım vardır. Lezzetine doyamam o sımsıcak pidenin. Allah eksik etmesin ve her daim ağız tadıyla yemeyi nasip eylesin. Amin.
Fırıncılıkla ilgili geçmişe yönelik bu anılar ve bu sözlerimden sonra, şimdi de bu mesleğin geleceğiyle ilgili görüşlerimi ifade edeceğim:
Fırıncılık zor meslek ve sıcak ocağın karşısında meşakkatli bir iş. Gece herkes tatlı uykusundayken fırıncı esnafı hamur yoğurmakla meşguldür. Gerçi eskisi gibi artık hamur yoğurma işi elle yapılmıyor. Hamuru artık makinede otomatik yoğuruyorlar. Bu mesleğin erbapları sabırlı olmalıdır. Fırıncıların piri Hz. Zülkifl (as)dir. Fırıncı kardeşlerim Hz. Zülkifl’in mesleğini icra ettiğinizi unutmayın. Bu meslek Peygamber mesleğidir. Bu meslek insanlara en faydalı mesleklerdendir. İşinizi hakkıyla yaparsanız, hem para kazanır ve hem de sevap alırsınız. Hamurun gramajında oldukça hassas olmak gerekir. Aman ha, kimsenin hakkı size geçmesin. Çünkü kul hakkını yiyen ne bu Dünya’da, ne de Ahirette iflah olmaz.
Pazarcık’ta fırıncı ve pastaneci esnafını anlattığımız bu bölümün sonunda size Somuncu Baba’yı tanıtacağım:
Hamidettin-i Aksarayi hazretleri Yıldırım Beyazıt zamanında Bursa'da ekmek yapar satardı. Onun ekmeklerini şehir halkı âdeta yağmalarcasına alırlardı. Nasıl bir hamur yoğuruyordu da, bu derece lezzetli ekmek yapıyordu, bu kimsenin malumu değil onun
"Somunlar ... Müminler ..." diye sokak aralarına, tatlı tatlı dökülen sesini duyunca, bütün Bursalı'lar birbirine girerdi. Böylece Ulu Camii yapılırken orada çalışan işçilere kendi fırınında yaptığı somunlarını getirir ve dağıtırdı. O küçücük fırınında yapılan somunlar işçilere yeter ve herkes o somunlardan rızıklanırdı. Camide çalışan işçiler yemek saatinin gelmesini ve somuncu babalarının onlara taptaze sıcacık ve leziz somunlarından getirmesini dört gözle bekler, öğle saatini kollardı.
Nihayet Ulu Camii inşaatı bittiğinde; Yıldırım Beyazıt Emir Sultan Hazretlerine ilk hutbeyi okumasını söyler. Emir Sultan Hz. Padişah'a burada Hamidettin-i Aksarayi hazretlerinin ikamet ettiğini ve o varken hutbeyi okumanın kendisine düşmeyeceğini anlatır. Padişah'ta Somuncu Baba'nın okumasını kendisinden rica etmesini söyler. Ve nihayet Israrlara dayanamayan Somuncu Baba hutbeye çıkar.
Hutbe'de Fatiha süresinin yedi farklı tefsirini yapar. Tefsir bittikten sonra;
"Fatiha süresinin ilk tefsirini bütün cemaat anlar, ikinci tefsiri cemaatin büyük bir kısmı anlar, üçüncü tefsiri cemaatin yarısı anlar, dördüncü tefsirini cemaatin küçük bir kısmı anlar, beşinci tefsiri cemaatin çok azı anlar, altıncı tefsiri birkaç kişi anlar ve yedinci tefsiri sadece kendisi anlar."
Cemaat Somuncu babalarının ne kadar büyük bir Allah dostu Evliya olduğunu görünce cami çıkışında onun elini öpmek isterler. O mübarek Zat cemaat'in isteğini kıramaz ve Ulu Camiin üç kapısından çıkan cemaat'e elini öptürür. Böylece bütün cemaat Hazret'in elini öpme şerefine nail olur.
Artık dağılmaya başlayan cemaat kendi aralarında konuşurken kendilerinin Somuncu Baba’nın elini öptüğünü anlatırken birden farklı kapılardan çıktıkları halde elini öptüklerini anlarlar. Kendilerinin Somuncu Babalarının kerametini görünce Somuncu Babalarına koşarlar. Oradaki görevi biten Hazret artık gitmiştir. O günden sonra bir daha Bursa yakınlarında görülmez. Hamidettin-i Aksarayi Hazretleri yani Somuncu Baba soluğu Kayseri'de alır. Somuncu Baba Hazretleri ömrünün son son dönemlerini Darende ve Aksaray’da tamamlamıştır. Türbesi Aksaray'da Ervah Kabristanı’ndadır. Allah rahmet eylesin.