500 YIL EVVEL
‘Sözün aslı gönüldür. Her kim gönül denizine yol buldu ne dürr(inci) ister ise dalıp çıkardı. Onlar ki surete bakdı, gaflet ipini boynuna takdı.’
Anlamakta zorlanıyor musunuz? Yukardaki metin tam 500 yıllık bir metindir. Hani bazıları konuşurken, ‘İngiliz 300 yıllık yazıyı okuyor, Japon 400 yıllık yazıyı okuyor anlıyor, biz dedelerimizin mezar taşını okuyamıyoruz’ nakaratını çalıyorlar ya bizim dilimizle geçmişimizle hiç mi hiç sıkıntımız yok. Olmadı da Osmanlı devlet millet ebed müddet hala dipdiri yaşıyor.
Evet arada dallarımızı kesip bize zorla tumayan aşı yaptılar. Yapraklarımız döküldü. dallarımız büküldü amma velakin kök aynı kök toprak aynı topraktır.
Efendim kelamı kısa kesip sözü söz ustalarına teslim etmek gerek. Allah izin verirse sizlere geçmişimizden sayfaları sunacağız. Bu ilk yazımızda Kaygusuz Abdal’dan çağları aşıp gelen mektubunu paylaşacağız.
‘Yunus Emre’nin yolunda yürüyen ve Abdal Musa müritlerinden olan Kaygusuz, XV. Yüzyıl tasavvufi halk şiirinin büyük temsilcilerinden olduğu gibi, nesir dalında da güzel örnekler vermiştir.
’Aşağıdaki metin Risale-i Kaygusuz’dan alınmış ve günümüz harflerine transkribe edilmiş yani uyarlanmıştır.
Risale-i Kaygusuz
Sözün aslı gönüldür. Her kim gönül bahrine yol bulduysa, ne dürr(inci) isterse, dalıp çıkardı. Onlar ki surete baktı, gaflet ipin boynuna taktı, taat(çalışma) harmanını ateşe yaktı, dumanı göklere çıktı. Zira gönlü Hakk kendi için yarattı. «Her kim beni isterse, kırık gönüller içre bulsun», buyurdu.
Her kim gönle yol bulmadı, istediği nesneyi dahi bulamadı, cennete dahi giremedi, Padişah didarın dahi göremedi.
Gafil olma! Gönle yol bulan kişiye kul olan mecnun değildir. Eğer o seni kulluğa kabul ederse, ne büyük devlet.
Pes şimdi onun ki, gönülden haberi olmaya, kamışı şekerden ayıramaz. Ben ona ne deyim? O ne anlaya? Zira öğüdü ehline demek gerekdir. «Dürrü sedefde, nafeyi ahuda görün», demişler.
Pes şimdi nadana ma’rifettulah demek, çorak toprağa tohum ekmek gibidir. Ve merkeb(eşek) gerdanına cevahir(elmas) asmak gibidir. Sığır önüne şeker dökmek gibidir. Öğüt mü’mine devlet, cahile mihnetdir. Zira sırrullah Hakkın çerisidir yani askeridir, bir gönüle girince, ne kadar nesne var ise, sürüp çıkarır, mihnetleri eritir, erleri şir-merd(aslan) eder, ferdleri ehl-i derd eder, ehli-derdi şerbet edip safi eder.
Bu kez «Ve men dahalehu kane min eminullah » zümresine dahil olup emin olur. «Ve oraya dahil olan herkes emin olur», (Ali-İmran suresi, 97. ayet).
Şimdi sen dahi gönlünü eline al, ilm-i rabbaniyi kitabından oku, gönül göğünde doğan devlet ayını ve saadet güneşini gör, ta ki gözünden gaflet hicabı(perdesini) gidip, Hakk kitabı ruşen(aydınlık) olsun. Kara teninden ak güller açılsın, vücudun karanlığından aydınlıklar saçılsın. Kitabı eline al, oku ki, gönlünün sarayı ruşen olup, haramiler ondan kesilsin, melekler dolsun. Zira bu vücud bir dükkandır, sana kiraya verilmiştir, içinde çalışırsın. Bu dükkanın köşesinde bir hazine vardır. Dükkan elinde iken hazineyi kaz, hazineyi bul. Yoksa va’de gelince seni dükkandan çıkarırlar ve köşesindeki hazineyi bulurlar. Ardınca baka baka kalarsın.
Pes şimdi vücudun mülkü o zaman sana müsellem olur ki, Süleyman gibi hatemi(mührü), nefsin devi elinden kurtarıp emin olursun. Yoksa hatemi devin eline verdin ise, «Hüdaperest» iken «devperest» oldun.
Misal: Mesela, bir hatun bir kimseye nikahlı olsa, bir kimse dahi onu nikah edemez. Ya’ni gönül dünyaya tabi ise, onda Hakk tasarrufu olmaz ve eğer Hakka tabiyse, onda nefs tasarrufu olmaz.
Arz bu ki, talib-i Hakk hod-binliği(bencilliği) terk etmeyince, Hüda-bin(Allahın kulu) olamaz.
Sana diyeyim, kardaş! Daha ruşenter(aydınlık) haber söylerim. Bu kez anlayasın, gönlünü bana çevir. Gönül gözü ile bak ve gönül kulağı ile dinle ve söyleyeni bırak, söyletene bak..
Eğer sana desem halin perişan olup, gönlün halden hale döner, melul ve mahzun olursun. Ve eğer demesem, neyleyim özünden haberin yok, nazenin ömrü bada(rüzgara) verdin, zamanın bu halle geçti.
Subh-i kıyametde(kıyamet sabahı) seni ki uykudan uyandırırlar, bundaki canı bulamazsın, o vakit çünkü pişman olursun, vücudun mülkü elinden çıkar, feleğin çarkı o hisarı yıkar, şimdi suret ve ma’nasında iken, ne için can mülkünden haber almayasın?
Can mülkünden haber almak ve kendi özümüzü tanımak gayesinde isek Osmanlı harfini öğrenip geçmişimizle bağlarımızı kuvvetlendirmeliyiz. Bu bağlamda yapılan her çalışmaya destek olmak içi boş, kof nesiller yetiştirmek yerine Fatih Sultan Mehmet Han gibi 21 yaşında çağ açıp çağ kapayan bir milleti diriltmektir.
Allah yar ve yardımcımız olsun. Ağyar hak bildiği davada gece gündüz gayret sarfederken. Bizler elimiz bağlı duramayız. Gayret bizden tevfik Allahtan... Vesselam...
Ahmet Murat ÇOLAK
Tügva Afşin İlçe Başkanı
Edebiyat Muallimi