ÇÜNKÜ BAHARDI
Bugün evde kalsaydım daha mı iyi olurdu acaba? Şöyle bol acılı bir Arnavut ciğeri pişirip yanına köpüklü, buz gibi bir ayran yapsaydım? Ortalığı öylece bırakmasaydım da biraz çekip çevirseydim? Yine güneşin çağrısına uyup düştüm yollara. Benim kitabımda hayat bekleyen bir şey değildir, sürekli hareket eder ve peşinden gitmek gerekir. Sadece gezmeyi sevdiğimden değil, yaşamayı bildiğimden karışırım hayata. Şehirlerin kendine has enerjilerini ve kimliklerini severim. Bugünkü çabam da bol gökdelenli, fazla ışıklı, az sıcaklı bir İstanbul sabahından merhaba demek için. J
Yeni iş kolumuzun süper lüks plazadaki ilk toplantısına büyük beklentiler içinde gitmenin verdiği aşırı gerginlik ve ondan da aşırı merak içerisindeyken, bizi imalatın olduğu kata götürecek asansörün düğmesine basıverdi patron kişisi. Yeni binanın ham soğukluğuyla ürpersem de içimde dramatikliğe yer yoktu. Çünkü bahardı.
Kısa bir bina içi gezintisinden sonra toplantıya başlamak üzere yönetim odasında “Ben deriyimmmm!” diye höyküren siyah ve büyük iki koltuğa karşılıklı sıralandık. Üç bizden verip üç onlardan almıştık. Düello için her şey hazırdı. Belki selvi boylu olabilecekken istem dışı erken doğmuş olabilirliği yüksek selvi boysuz patron, samimi ifadesiyle süper üçlünün diğer ekip elemanlarıyla tanıştırdı bizi. Az sonra asıl süper üçlünün aslında biz olduğumuzu anlayacaktım. Ekibin ilk göze çarpanı patronun abisiydi. Ailenin büyük çocuğu olarak selvi boy konusunda uyanık davranmış, kardeşine pay bırakmamıştı. Kemerinin üzerinden kendi bağımsızlığını iddia eden bir işkembeye sahipti. O cumhuriyet kurmuş çıkıntıya göbek demek haksızlık olur doğrusu. Diğer kişiyi hem ukala, hem üçkağıtçı bulduğumdan anlatmaya gerek duymuyorum. Tam yerleşmişken sarışın ve esmer iki Rus abla ellerinde Türk kahveleri ile geldiler ki doğrulmak zorunda kaldım. Bir Rus olarak Türk kahvesini iyi yaptıkları söylenemese de içmek istedi canım. Bu gibi günler için fazla pozitiftim. Çünkü bahardı.
Koyu yeşilin en güzel tonuyla boyanmış duvarlara baktım. İçlerinden her an Red Kit çıkabilirmiş gibi mizahi duruyorlardı. Üzerlerine zevkli bir seçime ait olduğu anlaşılan tablolar asılmıştı. O tatlı yeşillikten içeri daldım. Alice harikalar diyarındaydı. Kendimi, toplantının en ucunda oturup iyi-kötü her şeyi olumlayıp kafa sallayan, arada “ya, evet, öyle” türevi sıradan sözcüklerle bile ortama bir şey katamayan, ekose gömleğini işkembesine siper etmiş irice adam gibi hissettim. Hiçbir şeyi dinlemeyip her şeyi doğrulamak arzusundaydım. Fakat siyah ceketim kendimle alakasız bir ciddiyet katıyordu vaziyetime. Absürt kelimeler sarf edip gülmek istiyordum. Çünkü bahardı.
İçimden minicik bir serçe havalandı. O ofis binasının yalnız yüksekliğinden baş aşağı saldı kendini. Alice’in diyarından koşar adım gelen iskambil adamlar da uçuyordu serçemle. Kanatlarının altında sıra sıra balkonlar çiçeklenmiş, renklenmişti. Gülümsedim. Çünkü bahardı.
“Ne işim var burada?” diye düşündüm. Dünya işine çapari salmış bunca takım elbiseli adamın, ağızlarından çıkan her “para” lafının içinde hunharca kayboluşlarına şahitlik edecek ne günah işlemiştim? Siyah ceketimin altından umutluca göz kırptı pembe gömleğim. Düğmeleri camdandı. Çaktırmadan düğmenin birini kendime çevirip yüzüme baktım. Işıldıyordum. Çünkü bahardı.
Ekose gömlekli irice kişi önemli olduğunu söylediği bir telefonu cevapladı. Üç “yani”, iki “tabi”, iki de “olabilir” yankılandı odada. Konuşmanın hiç beklemediğim bir yerinde güldü. Ön dişi eksikti. O an anladım, o dökülen diş; giderken kelimeleri de götürmüştü peşinde. Dişin yerinde açılan açıklıktan da muhtemelen fazla oksijen gidiyordu beynine. Zannımca bir miktar beyin hücresi ölmüştü. Hızla kaçan kelimelere hak verdim. Ben de kaçardım kelime olsaydım. Çünkü bahardı.
Uzunca bir “yaa” dedim ben de Rus ablaların elinden Türk çayımı yudumlarken. Altına neler sığdırdığımı kimse umursamadı. Belki de kimse duymadı. Toplantı sahibi selvi boysuz patron gibi konudan bihaber şakalar yapıp kendi kendime gülmek arzusuyla doldum. Sanki patron değildi de sadece şanslıydı. İstediği kadar rakı içip, kalamar yiyebilecek kadar dolu bir cüzdanla doğmuştu. Güzel Türk çayı demleyen Rus ablalar gibi aykırıydım ortama. Figüranı olduğum bir filmi izler gibiydim. Figüran olmak kendi tercihimdi. Başrol olmak için fazlaca güzeldi hava. Çünkü bahardı.
Eve dönüş yolunda arabanın arka koltuğuna hafiften uzanıp, ayakkabılarımı çıkarma hayali birikti içime. Yarı uyuklar vaziyette anneannem gibi başım öne düştüğünde sıçrayıp, neredeyiz diye bakınacaktım. Kaç viyadük geçtik diye hesap ederken viyadüğün sözlükteki karşılığını merak edecektim. Kısa rüyalara bir dalıp bir çıkacaktım. Sonu gelmez kış uykularına yatmak için uygunsuz bir gündü. Çünkü bahardı.
Deniz İNAN –