Gelin direkt olarak “Adalet nedir?” sorusunu soralım kendimize. Ya da şöyle diyelim, birisi bize “Allah nedir?” diye bir soru sorsa ne cevap veririz? Bu soruya hiç tereddüt etmeden vereceğimiz cevap şüphesiz Allah adalettir olurdu. Evet, Allah Adalet demektir. Biz bu kavramın hemen yanına bir de yine hiç tereddüt etmeden “Hak” kavramını koyarız. O da Allah demektir bizler için.(O’nun her bir ismi ayrı bir hakikate temas eder.) Bu anlamda Cenabı Hak, yani hak ve adalet kavramları bizler için varoluşsal bir mahiyet arz eder duruma gelir bir anda. Peki, bu kadar büyük bir varoluşsal temele denk geldiğini düşündüğümüz adalet mekanizması salt hedefe ulaşmanın bir aracı olabilir mi? Gayri nizami bir yürüyüşün kör feneri olabilir mi? Ne acı ki şimdilerde Adalet söylemi popüler hale getirilip, bu popüler konjektörden mahrumiyet ve masumiyet devşirilip kavramsal bir müeyyide olarak serpiştirilmek isteniyor sosyal ve kurumsal dokulara. Ne yazık ki bu yol yürüyüşlerine inanmamız için en ufak ve tek bir sebep ve de veri bulunmamaktadır. Unutulmaması gerekir ki toplum ölçekli adaletin gerçekleşmesi için ilk önce kişisel adaletin var olması gerekmektedir. Aksi halde toplumsal adaleti tesis etmek mümkün değildir. Daha iki gün önce bir programda, “28 Şubat’ı bir mağduriyet olarak öne sürenler” diyordu yollara adalet için düştüğünü söyleyen bir gazeteci ve konuşmasına bu minvalde devam ediyordu. Bu ifade adaletsizliğin yani adaletsiz bakış açısının nişanesi adeta. Ne yazık ki burada buna benzer onlarca örnek verebilecek durumdayız. Bir nesli yok eden bir darbede “mağdur olan yok, haksızlığa uğrayan yok ve dahası bir adaletsizlik yok aslında ama bazıları haksızlık ve adaletsizlik var diyor “usta gazeteci” ekranlarda. Adalet aradığını söyleyen çoğu yetki sahibinin, yakın tarihimize baktığımızda adaletsizliği bizzat kendisinin ürettiğini gözyaşları içerisinde hatırlıyoruz. İkna odalarının, yasağın ve adaletsizliğin sembolü olmuş Alemdaroğlu’nun dahi adaletin sözde savunucusu, sözde arayıcısı olduğunu ifade etmenin bir şekli olarak yollara düşmüş olması en hafif ifadeyle ya aklımızla dalga geçilmesi ya da başka tutacak dallarının olmaması sebebiyledir. Biz burada ikinci ihtimali olası görüyoruz ve tutunulan dalın toplum vicdanı ve adaletin yüceliği makamında hükümlü olduğunu biliyoruz.
Tüm sosyal adalet talepçileri öncelikle kendilerine bu soruyu sormadan yani ben adil miyim sorusunu sormadan yola çıkmasa çok daha verimli bir alana geçmiş olurlar. Ne acı ki adalet kavramı, kendi hakikatinden önce sadece söylemi ile kullanılan bir araç olarak işlenmekte ve sunulmaktadır şimdilerde. Yani adaletin kendi değerli mekanizması değil kullanım değeri önemsenmektedir Aksi halde bu ülkede bir meslek grubunun birikimleri hak etmeyen birilerine neden verildi sorusuna “verdiysem ben verdim diyen” siyasetçiler olmazdı ya da başörtülü üniversiteli kızlara size ders anlatmak zorunda değilim, burada okumayı hak etmiyorsunuz diyen sözde akademisyenlere net bir şekilde hak veren ülke yöneticileri de olmazdı. Hatta eminim ki “Arabistan'a gidin.” diyen cumhurbaşkanları hiç olmazdı. Başörtülü olarak okumak bir hak değildir diyen mahkeme kararları ise zaten olmazdı, olamazdı. Devlet kurumlarına iş başvurusu yapanların dizlerinde namazdan dolayı izler oluşmuş mu diye bakanların olmayacağını söylemeye gerek bile yok. Adaletin kullanım değerinden önce hakikatine inanç olsaydı eğer, bu örnekler aklımıza bile gelmezdi. Adaleti yürütmeyenler, adaleti işletmeyenler, kendi hakimiyet alanlarında yürürken adaleti önemsemeyenler, kendileri yetkiliyken adaleti yok sayanlar da şimdilerde adalet için talepte bulunabilirlerken, adaletten mahrum bırakılanların adaletle yürüyen birilerini bulamadığı zamanlar ne yazık ki çok yakın tarihimizin sayfalarında hala tüm acısıyla durmaktadır. Adaletsizliğe sebep olan kişi ve kurumlar geçmişte kendilerine bir “karşı taraf” icat etmişlerdi esasında.Yok edilmesi gereken, kendilerinin sırtında (haşa) bir yük gibi hissettikleri bir karşı taraf. Eğer adalet mefhumunda bir karşı taraf duygusu icat edilmiş olmasaydı ve bu duygu ehlileştirilmiş bir sözde adalet kılıfına giydirilmiş olmasaydı dünyanın en masum eylemlerinden olan başörtüsü için el ele adalet zinciri katılımcıları tutuklanıp coplanmazlardı. Üstelik hiçbir siyasi fikrin ve desteğin ürünü olmayan ve olanca gücüyle sivil olan eylemlerde kimseye müdahale edilmezdi, müdahale ne kelime bari idamla yargılanmazlardı.
Şüphesiz ki adaleti yıllarda değil de yollarda arayanlar, “hukuki ve demokratik” zeminde adalet taleplerini daima dile getirsinler. ama en azından tarihin en büyük adaletsizliği ve zulmü olan başörtülü insanların toplumun tüm alanlarından tehcir edilmesi hususunda da küçük bir volta alsalardı. Ya da 28 Şubat'ta 15 Temmuz’da da “Adalet halkın meşru talepleridir” diyerek bari bir sahil turuna çıksalardı. Hatta belli belirsiz bir devinime bile razıydık bu hususta. Veya şiir okuduğu için hapis cezası verilen ve tüm siyasi hakları ellerinden alınan siyasetçiler olduğunda onlar da iki mısra adalet şiiri okumuş olsalardı.
Bizler kanaatlerine katılmadığımız kişilerin dahi kanaatlerini ifade etmesine destek olmayı edep bilen bir kabulün mümessilleri olarak bizlere haksızlık edenlerin de adalete layık ve müstahak olduklarını şüphesiz daima söyledik ve söyleyeceğiz. Fakat adalet kavramının gönüllülerdeki hassasiyetinden yararlanarak, gayri nizami bir paradigma oluşturmaya çalışmadan gerçekleşmeli talepler. Aksi halde taleplerin topluma yutturulmak istenen bir balık oltası olduğu kanaati hiçbir zaman toplum hafızasından silinmez. Aksi halde adalet, mızraklara saplanan kutsal metin yaprakları gibi kâğıt ve mürekkepten öteye geçemez.
Şimdi bir soru sorsak yollara ve desek ki “Ne zamandan beri ve ne zamana kadar adalet olsun istersiniz.” Hemen aceleci cevap verip her zaman derseniz, bu durumda ülkede asılan başbakanların olmayacağını unutmamanız gerekir.
Son söz olarak şunu söyleyelim. Adalet asla bir rövanşın aracı olamaz ve bizler adaleti bu bakış açısıyla asla değerlendirmedik değerlendirmeyiz de. Sürecin inandırıcılıktan çok uzak bir yol çalışması olduğunu düşünüyor olmamız bizlerin acılarını arttırıyor sadece. Ah keşke inanabilseydik içtenliğine. Nasıl inanalım ki? Hala binlerce insan sözde irtica kılıfı ile yaşamlarından koparılıp evlerine hapsedilmişken. Halbuki bu gökyüzü hepimizin diyoruz bizler. Üstelik sizler bütün gücünüzle “Asıl olan biziz siz değilsiniz.” demenize rağmen.
Yollarda değil, yıllarda aranandır adalet diyerek ekliyoruz, “Adalet için yürümenin ön koşulu yürürken adaletli olmaktır.”