Değerli okuyucularım ve dostlarım, bu Kurban Bayramı’nda hem kendim hem sizin için İstanbul’da önemli olarak gördüğüm camileri, bu camilerin çevresindeki mezarlıkları ve türbeleri dolaştım. Bu yazımda bu ziyaretler kapsamında edindiğim izlenimlerimi sizinle küçük notlar halinde paylaşacağım.
Yaklaşık 4 ay sonra geldiğim İstanbul gerçekten çökmüş. CHP’li Belediye Başkanı Sn. İmamoğlu şehre hiçbir şey katmamış. AK Partili rahmetli Belediye Başkanı Mimar Sn. Kadir Topbaş döneminde yapılan şehrin ulaşım akslarına, geçitlerine ve metrolarına, kısacası İstanbul’a Sn. İmamoğlu hiçbir katkıda bulunmamış. Gezdiğim camilerde gittiğim kafeler ve kahvehanelerde söylenenleri duymanızı isterdim. En önemli sorun ise, İstanbul’da kontrolün bulunmaması. Hani meşhur bir söz var ya; “Kör tuttuğunu halledermiş” diye. İşte bu söz İstanbul için geçerli. İmamoğlu maalesef İstanbul’u tamamen boşlayıp kendisini CHP’nin Genel Başkanlığına kaptırmış, gitmiş.
İstanbullu CHP, İYİP, HDP ve Sn. İmamoğlu’ndan çok şikâyetçi. Halk Ak Parti döneminde yapılan belediye hizmetlerini mumla arıyor. Tabii, şikâyet edilen en büyük konu hayat pahalılığı. İstanbullu, kiraların yüksekliğinden, İstanbul’da yaşamanın zorluğundan dolayı Anadolu’ya göç etmeye başlamış. Ancak, ne olursa olsun, İstanbul çok güzel bir şehir. Bu şehre alışan burayı bırakıp gidemez. Burada fakirler için de zenginler için de yaşam var. Müslüman, Hristiyan, Yahudi hep birlikte. Bu şehrin öyle büyülü bir havası var ki bırakıp gidemezsiniz.
Bazen arkeologlarla konuşuyorum, İstanbul’da yedi katman yaşam olduğunu ifade ediyorlar. Doğu Roma İmparatorluğu’nun baş şehri İstanbul. Bu şehir, Ortodoks dünyasının, milyonlarca Hristiyan’ın yıllarca başkentliğini yapmış ve hala da yapıyor. Ermenilerin en önemli mabetleri burada.
Şehirde sayısız kilise, şapel ve mabet var. Her dinin ve mezhebin ayrı mezarlıkları ve semtleri var. Osmanlı’yı bu hoşgörüsünden dolayı kutlamak istiyorum. Yedi cihana hükmetmiş, İslam dünyasının halifeliğini yapmış ancak en küçük bir kiliseyi bile yıkmamış, yok etmemiş. Herkesin özgürce ibadet etmesini sağlamış, gayri Müslimlere düşman kesilmemiş, onları asimile etme eğilimi göstermemiş.
Bu vesileyle Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Sn. Özlem Çerçioğlu’nun da kulağını çınlatmadan geçemeyeceğim. Aydın Tekstil Parkı alıp restore ederken bu eseri tamir edeceğine tuvaletlerini kullanılamaz hale getirilmesini kabul edemiyorum. Gönül isterdi ki, biraz sonra camiler kısmında anlatacağım, camilerde çocuklar için oyun bahçesi, kütüphane inşa etseydi, ben de gidip ayağını öpseydim. Aydın Tekstil Camisi perişan halde. Bu ayıp da Sn. Çerçioğlu’na yeter.
Osmanlı İstanbul’u fethettikten sonra kiliselere dokunmamış. Özelikle Pera ve Beyoğlu bölgelerinde, başta Saint Antuan olmak üzere bir sürü kiliseyi restore etmiş. Fatih’te yer alan ve Ortodoks dünyasının baş yapıtı olan Fener Kilisesi’ne dokunmamış; Kumkapı’daki Ermeni Kilisesi’ni ve Hıristiyanlara ait vakıfları muhafaza etmiş. Atatürk de aynı yolu izlemiş. İnşallah bir dahaki sefere size İstanbul’daki kiliseleri de tanıtacağım.
20 yıllık iktidarı döneminde Sn. Tayyip Erdoğan İstanbul dahil tüm Anadolu’da bir sürü mabedi restore ettirmiş; Hıristiyanlara ait vakıfların taşınmazlarının ihya edilmesini sağlamıştır. Van’da bulunan ve Ermeniler için büyük bir kutsiyeti olan Akdamar Kilisesi’ni de restore ettirerek ibadete açtırmıştır. İnsanların ve devletlerin asaleti bu gibi konularda belli olur. Sn. Özlem Çerçioğlu’nun kulakları tekrar çınlasın.
Değerli okuyucularım sosyal medya sayfalarımdan yaptığım bu dört günlük ziyaretlere ilişkin videoları seyredebilirsiniz. Bu videoları çekerken yaptığım hatalar için de ayrıca özür diliyorum.
Gezdiğim camilerin hepsi beni derinden etkiledi. Ne kadar güzel bir geçmişimiz olduğunu bir kez daha idrak etme fırsatını buldum. Şimdi bu camilere ilişkin detayları sizlerle paylaşayım.
Arap Camisi
Galata’da beton bloklara rağmen, sivri külahı ve hayli yüksek kare biçimli kulesiyle hala fark edilebilen Arap Camisi, fetih öncesinden kalan İstanbul'un tek gotik kilisesidir. Bir rivayete göre, İstanbul’da ezanın okunduğu ilk yerdir. Yapılış süreci hakkında iki farklı rivayet vardır.
Birinci rivayete göre 717 yılında yapılmış olup İstanbul’un ilk camisi olma özelliğini taşımaktadır. İstanbul’u fethetmek üzere 717 yılında buraya gelen Müslüman Araplardan ve sahabelerden müteşekkil bir orduya komuta eden Mesleme bin Abdülmelik tarafından yaptırılmış ve bu nedenle Arap Camisi olarak isimlendirilmiştir.
Hicri 95 yılında (biliyorsunuz hicri yıl Peygamber efendimizin Mekke’den Medine’ye göçüyle başlar) bu Arap komutan İstanbul’a gelmiş, bu camiyi yaptırmış ve İstanbul’da ilk ezanı okutmuştur. Daha sonra bu cami kiliseye çevrilir, ta ki Fatih İstanbul’u fethedene kadar. Bu konuyla ilgili detaylı röportajımı sosyal meyda sayfalarımdan seyredebilirsiniz.
Fatih Camisi
Fatih Camisi’nin bulunduğu tepede, Bizans İmparatoru I. Konstantin döneminde bir kilisenin inşa ettirildiği ve isminin de Havariyyun olduğu aktarılmaktadır. Bizans imparatorlarının da bu tepeye gömüldüğüne inanılır. I. Konstantin’in mezarının da o dönemde şehrin dışında kalan bu tepede olduğu bilinmektedir. Fethin ardından bu mabet Patrikhane kilisesi olarak kullanılmıştır. Fatih buraya cami ve külliye inşa etmek isteyince Patrikhane Pammakaristos Manastırı'na taşınmıştır.
Fatih Camisi’nin yapımına 1462 yılında başlanmış, cami 1469 yılında tamamlanmıştır. Mimarı Sinaüddin Yusuf bin Abdullah'tır (Atik Sinan). Cami 1509 İstanbul Depremi’nde büyük hasar görmüş; II. Bayezid döneminde onarılmıştır. 1766 yılında yaşanan başka bir depremden dolayı harabe haline geldiği için Sultan III. Mustafa, camiyi 1767 ve 1771 yılları arasında Mimar Mehmed Tahir Ağa'ya tamir ettirmiştir. Bu nedenle cami halihazırda orijinal görünümünde değildir. 30 Ocak 1932'de ilk Türkçe ezan bu camide okunmuştur. İlgili videoma sosyal medya sayfalarımdan ulaşabilirsiniz.
Değerli okuyucularım, Fatih Camisi benim için, Bedrettin Dalan Abim ve daha birçok Aydınlı öğrenci için çok önemlidir. Aydın Vakıflar Talebe Yurdu’nda kalan ve okuyan öğrenciler Fatih Camisi yatakhanelerinde barınmış ve aş evlerinde karınlarını doyurmuşlardır. Allah razı olsun; ben de burada kaldım ve karnımı doyurdum talebelik yıllarımda.
Süleymaniye Camisi
Mimar Sinan’ın 1551 ila 1558 yılları arasında inşa ettiği ve “kalfalık dönemi eserim” dediği eserdir. Kanuni ve Hürrem Sultan’ın türbeleri buradadır. Osmanlı külliyeleri arasında Fatih Külliyesi’nden sonra ikinci büyük külliye Süleymaniye Külliyesi’dir. Külliye, Yarımada’nın Haliç, Marmara, Topkapı Sarayı ve Boğaziçi'ni gören en yüksek tepesinde inşa edilmiştir. Külliye, cami, medreseler, darüşşifa, darülhadis, çeşme, darülkurra, darüzziyafe, imaret, hamam, tabhane, kütüphane ve dükkânlardan oluşmaktadır. Mimar Sinan'ın türbesi dış avlu duvarlarının karşısında bulunur ve mütevazı bir yapıdır. Sosyal medya sayfalarımdan daha fazla bilgi edinebilirsiniz.
Ayasofya Camisi
Bizler için en önemli konulardan biri bu caminin ibadete açılmasıydı. Bunun için de
Sn. Tayyip Erdoğan’a ayrıca teşekkür ediyoruz.
Ayasofya fetihten sonra camii olarak kullanılmaya başlanmıştır. Eski adı Kutsal Bilgelik Kilisesi ve Ayasofya Müzesi, günümüzdeki resmî adı ise Ayasofya-i Kebîr Câmi-i Şerîfi’dir. Bazilika, katedral ve müzeden oluşmaktadır.
Mimarları: İsidoros, Anthemios.
Açılış tarihi: MS 27 Aralık 537
Mimari tarzı: Bizans Mimarisi
Haziresine defnedilen kişiler: Enrico Dandolo, Giritli Andreas, Safiye Sultan, Handan Sultan, II. Selim, III. Murad ve diğerleri.
İnşasında kullanılan maddeler: Ashlar, Roman brick
Yükseklik: 55,60 m (kubbe yüksekliği)
Ayasofya, içinde muazzam sırlar barındıran bir eserdir. Bunu anlatmaya sayfalar yetmez. Tekrar camiye çevrilerek harika bir iş yapılmıştır. Ziyaret etmenizi şiddetle öneririm.
Eyüp Sultan Camisi
Bu cami ve Eyüp Sultan için anlatmak istediklerim o kadar çok ki sayfalar yetmez.
Sosyal medya sayfalarımdan Eyüp Sultan Camisi’yle ilgili bölümleri izlemenizi tavsiye ederim. İstanbul’da en huzurlu olduğum yerlerden birisidir, çünkü burada bir sahabe yatmaktadır. Bakın Evliya Çelebi burasını nasıl anlatmış: "Eyüp şehri, İstanbul'un batı tarafındadır. İstanbul'a denizden dokuz mil ve karadan iki saattir. Ama yine İstanbul’a bitişik olup arasında asla boş arazi yoktur. Baştanbaşa mamurdur. Fakat başka hükümettir. Fatih kanununa göre beş yüz akça mevleviyettir.
…Karşı tarafı deniz karşısında Sütlüce kasabasıdır. Arası bir ok atımı yerdir.
Eyüp Sultan Camii: Bu, Fatih Sultan Mehmet Han'ın yapısıdır ki sevabını Ebu Eyyûb el-Ensarî'ye hediye eylemiştir. Deniz kıyısına yakın ensari yerinde düz bir yerde yapılmıştır. Bir kubbelidir. Mihrab tarafında yarım kubbesi daha vardır. Lakin o kadar yüksek değildir. Caminin içinde sütun yoktur. Orta kubbe etrafında sağlam kemerler vardır. Mihrabı ve minberi sanatlı değildir. Hünkâr mahfili sağ taraftadır. İki kapılıdır. Biri sağ tarafta yan kapısı, diğeri kıble kapısıdır. Kıble kapısı üzerinde bir mermer üzerinde celi yazı ile şu tarih yazılmıştır: hamden lillah beyti mamur oldu bu. Sağ ve solda iki minaresi vardır. Avlusunun üç tarafı odalarla süslüdür. Ortasında cemaat maksuresi vardır. Bu maksure ile Eba Eyüp mezarı arasında göklere baş uzatmış iki çınar vardır ki, cemaat gölgesinde ibadet eder. Bu avlunun da iki kapısı vardır. Batı kapısının dışında büyük bir avlu daha vardır. İçinde dut ve diğer ağaçlarla yedi tane büyük çınar vardır. Bu avlunun iki tarafında abdest muslukları vardır. Bu camiden başka şehir içinde seksen kadar mescid vardır ki dördü Mimar Sinan yapısıdır.
Yahya Efendi Trabzonludur. Bu cami Eyüp Sultan’dan sonra en çok ziyaret ettiğim ve huzur bulduğum yerdir. Burası ayrıca bir dergahtır. Lütfen bu kısmı çok dikkatli okuyun. Ayrıca, sosyal medya sayfalarımdan ilgili bölümleri seyredebilirsiniz.
“Gemicilerin, boğazın manevi bekçileri olduğuna inandıkları üç türbeden bir tanesi olan Yahya Efendi Hazretleri Türbesi” Beşiktaş'ta yer almaktadır. “Diğer ikisi ise Üsküdar'daki Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri Türbesi ve Beykoz'daki Hz Yuşa (a.s)'dır.”
Yahya Efendi’nin geometri ve tıp başta olmak üzere müspet ilimlerde âlim olduğu söylenir. Ayrıca güreşçidir. Kanuni Sultan Süleyman’ın süt kardeşidir. Sözünü hiç esirgemeyen bu bilge ile Kanuni arasında geçen aşağıdaki diyalog çok önemlidir. Bugün makam sahibi kişilere söz söyleyebilen erdemli kişileri de bu vesileyle alkışlıyorum.
Yahya Efendi Kanuni’ye şöyle bir bakar:
– Sultanım, sizin sorunuzu ciddiye almamak mümkün mü?
Ben sorunuz üzerinde iyice düşündüm ve kanaatimi size açıkça arz ettim.
Kanuni:
– Sadece "Neme lazım be Sultanım" demişsin. Sanki beni böyle işlere karıştırma der gibi.
Herhangi bir cevap yoktu kâğıtta…
Bunun üzerine, Yahya Efendi şu müthiş açıklamayı yapar:
-Sultanım! Aslında, aradığın cevap oydu.
“Bir yerde zulüm yayılırsa,
Haksızlık şayi olursa,
Sonra, koyunları kurtlar değil çobanlar yerse,
Bilenler de bunu söylemeyip susarsa,
Fakirlerin, yoksulların, muhtaçların, kimsesizlerin feryadı göklere çıkarsa,
Bunu da taşlardan başka kimse işitmezse,
Herkes, sadece "ben-ben" derse
Ve tüm bunları görüp/işitenler, "Neme lazım be…" derse;
İşte o zaman, devletin sonu gelir/Osmanlı yıkılır…"
Değerli okuyucularım, Yahya Efendi Hazretleri işte böyle bir zattı. Yahya Efendi Hazretleri, Kanuni'nin, oğlu Şehzade Mustafa'yı boğdurması ve Mustafa'nın annesi Mahidevran Sultan'ı saraydan uzaklaştırması üzerine kendisine mektup yazıp bunların yanlış olduğunu bildirerek Mahidevran Sultan'a merhamet etmesini istemiştir. Bunun üzerine sinirlenen Kanuni, Yahya Efendi’yi medresedeki görevinden azletmiştir. Ardından Yahya Efendi Beşiktaş’taki dergâhına çekilmiştir. Kanuni’nin ileriki yıllarda Şehzade Mustafa’yı öldürmesinden dolayı kahrından öldüğü söylenir. Osmanlı bu dönemin ardından çöküşe geçmiştir. Yani her dönem ve her yerde “neme lazımcılık” ülkeyi batırır. Şimdiki Cumhurbaşkanımıza, Bakanlarımıza, Milletvekillerimize, Valilerimize, Belediye Başkanlarımıza, kısacası tüm yöneticilerimize şu tavsiyede bulunayım: Yanınızda doğruyu konuşan insanları muhafaza edin.
Hepinize iyi bir hafta dilerim