Nikolay Vasilyeviç Gogol’un 1842 yılında yayımlanan hikâyesi "Palto", toplumdaki eşitsizlikleri ve bireyin yaşadığı sıkıntıları gözler önüne seren gerçekçi bir klasik eserdir. Hikayenin baş kahramanı Akakiy Akakiyeviç, Petersburg'da yoksul bir devlet memuru olarak monoton bir hayat sürmektedir. Hayatı boyunca tek bir hedefi vardır: Yeni bir palto yaptırmak. Eski ve yıpranmış paltosundan kurtulmak ve saygınlık kazanmak istemektedir.
Maaşıyla yeni bir palto yaptırmakta zorlanan Akakiy, tüm birikiminin üzerine harcamalarından kesintiler yaparak gereken meblağı toparlar. Yeni paltoya sahip olması, sadece onu soğuktan korumaz; aynı zamanda toplumda daha saygın bir yere sahip olmasını da sağlar.
Ancak Akakiy'in mutluluğu kısa sürer. Yeni paltosunu giydiği ilk gece, bir grup soyguncu tarafından paltosu çalınır. Paltosunu geri almak için çaresizce mücadele ederken üst düzey bir yetkiliden yardım talep eder; ancak ilgili kişi büyük bir kibirle Akakiy'i kapısından kovar. Bundan sonra Akakiy adaletsizlik karşısında çaresiz kalır ve intihar ederek hayatına son verir.
Akakiy Akakiyeviç'in ölümünden sonra ruhu, çalınan paltosunu aramak için dünyaya geri döner. Soygunculara ve ona haksızlık yapanlara musallat olarak intikamını alır.
Bir toplumda hortlak gibi canavarlar türemeye başlıyorsa, bu durum o toplumun hastalıklı yapısının bir göstergesidir. Tıpkı tohumların filizlenerek meyve vermesi gibi, düşüncelerimiz de somutlaşarak içinde bulunduğumuz gerçekliği oluşturur. Bu nedenle, yaşadığımız her şeyin kaynağını kendi içimizde aramak gerekir. Bir Çin atasözünün de dediği gibi, "Düşüncelerimiz, eylemlerimizin tohumudur."
Gogol, Akakiy Akakiyeviç karakteri üzerinden 19. yüzyıl Rusya'sındaki yoksulluğu, insanların kibrini ve toplumdaki eşitsizlikleri ustalıkla eleştirir. Gogol'un hikayesindeki hortlaklar, toplumdaki adaletsizlikleri ve yoksulluğu somutlaştıran metaforlardır. Bu açıdan bakıldığında, 21. yüzyılda da eşitsizliklerin ve yoksulluğun yarattığı hortlaklar maalesef hala var.
Toplumları oluşturan bireyler değişmedikçe, aradan bin yıl da geçse insanoğlu hala aynı, çözümünün olmadığını düşündüğümüz sorunların dünyasında yaşıyor olacak. İnsanlığın temel problemlerinin çözümü bireysel değişimden geçmektedir. Toplumlar, bireylerin oluşturduğu yapılardır ve bu yapıların temelini oluşturan bireylerin zihniyeti, davranışları ve değerleri değişmedikçe, toplumsal sorunlar da çözüme kavuşmaz.
"İçini dışından daha çok süsle; dışın halkın, için Hakk'ın baktığı yerdir," diyen Mevlana, insanın özüne dönmesi ve Hakk'a yönelmesi gerektiğini bize bir kez daha hatırlatıyor. Beğenilme dürtüsü, insanoğlunun yeme içme ihtiyacından çok daha baskın bir olgu iken, bu olgunun tavan yaptığı bireylerde ego da yüksek olacaktır. Ego artışı kibri beraberinde getirir ve bu durum, Akakiy örneğinde olduğu gibi, bireylerin maddi varlıklarıyla değil, düşünceleriyle ve değerleriyle itibar görmesini engeller.
Soyguna uğrayan Akakiy'in adalet arayışı sonuçsuz kalınca, üst düzey yetkiliden yardım istemeye karar verir. Ancak, Akakiy'in çaldığı kapıdan geri çevrilmesi, kibrin toplumun temel yapı taşlarını nasıl etkilediğinin dramatik bir örneğidir. Bu olay, gücün ve mevkiinin adaletin önüne geçtiği bir toplumda, sıradan bir insanın nasıl çaresiz bırakıldığını gözler önüne serer. Kibir; bir insanın servet, makam, ilim, ibadet, soy, güzellik ve kuvvet gibi herhangi bir meziyetinden dolayı, kendini başkasından üstün görme hastalığıdır. Kibir; hak ve hakikati kabul etmemektir.
Şeytan, gurur ve kibrinden dolayı Allah’ın huzurundan kovuldu ve ebedi cehenneme düçar oldu. Kibrine mağlup olan Firavun suda boğulurken, Nemrut da bir sineğe mağlup olmuş ve elim akıbete uğramışlardır. Nitekim Cenab-ı Hak bir hadis-i kudside: "Kim büyüklenir, övünürse Allah onu alçaltır. Kim de Allah korkusundan dolayı mütevazı olursa Allah da onu yüceltir." Bu hadis-i şerif, kibrin alçaltıcı, tevazuun ise yüceltici bir erdem olduğunu gösteriyor.
Kendini bilen bireylerin oluşturduğu toplumlarda barış, huzur, denge, eşitlik ve adalet hakim olacaktır. Bu tür toplumlarda bireyler, maddi varlıklara ve statüye değil, etik değerlere ve insani erdemlere önem verirler. Birbirlerine saygı duyarlar, yardımlaşırlar ve ortak iyilik için çalışırlar.
Gogol'un "Palto"su'nda Akakiy'in adalet arayışının gecikmesi, toplumsal bozulmanın bir sonucudur. Gençosmanoğlu'nun da dediği gibi:
"Ekmek, su, aş bulmak gecikebilir.
Temele taş koymak gecikebilir.
Devlete baş bulmak gecikebilir.
Adalet gecikmez, tez verilmeli."
Geç gelen adalet, adalet değildir.
Adalet, önce bireylerin kendi vicdanlarında başlar. Yargıç, kendi yüreklerimizdedir.
Horlaklar var ve bu hortlaklar kendi günahımız kadar büyük.
Ülkü Çoban 03.06.2024