Yaşamın karmaşık ve bazen de acı verici deneyimleri, bizi biz yapan değerli hazinelerdir. Mevlana Celaleddin Rumi'nin "Her yaradan bir ışık sızar" sözü, yaralarımızın ve zayıflıklarımızın sadece acının ve kaybın değil, aynı zamanda büyümenin, değişimin ve dönüşümün kapılarını aralayan işaretler olduğunu vurgular.
Her yara, bize kendimizle ve dünya ile ilgili derin bir bilgi sunar. Bu bilgiyi fark etmek ve kullanmak, bizi sıradan bir insan olmaktan çıkarıp yaşamın özünü anlayan ve onu dönüştüren bir bilgeye çevirir.
Hamdım Piştim:
Değişim sürecinde çektiğimiz acı ve sancı bizi pişirerek hayatımızda farklı bir boyut açar.
Kuru nohut, tek başına yenilmesi zor bir besindir. Fakat tencerede dövüle dövüle kaynayıp olgunlaşır. Aşçı, pişmesi için nohudun kafasına sürekli vurur. Sonunda pişen nohut lezzetli bir yemeğe dönüşür.
Yaramız bize kim olduğumuzu, neler yaşadığımızı ve nasıl bir dönüşüm geçirdiğimizi gösterir. Toprağın altındaki tohumun filizlenip gün yüzüne çıkması sancılı olur. Tohumu, ağaç yapan toprağın altında yaşadığı sancıdır. Bir anlamda tohumun büyüme süreci, ışığın fark edilmesi ve kabul edilmesiyle başlar.
Yaralarımızı ve zaaflarımızı reddetmek veya onlardan utanmak yerine onları birer bilgi kaynağı olarak görmek ve bu bilgiyi yaşamımıza entegre etmek gereklidir.
Brezilyalı yazar Paulo Coelho'nun Simyacı romanı, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de büyük ilgi gördü ve sevildi. Romanda, İspanya'dan Mısır piramitlerinde hazine aramaya çıkan bir çoban olan Santiago'nun hikayesi anlatılıyor. Hikaye boyunca Santiago, çeşitli maceralar yaşayarak kendini ve onu çevreleyen dünyayı keşfediyor.
Simyacı romanında asıl hazinenin maddi bir varlık olmadığı, mutluluğun ve tatminin kişinin kendi içinde bulunduğu mesajı veriliyor. Santiago, uzun ve zorlu bir yolculuktan sonra aradığı hazinenin her zaman yanında olduğunu ve gerçek mutluluğun iç huzurda ve kendini gerçekleştirmiş olmada yattığını keşfediyor.
Kendi kültürümüzden Mevlana da Mesnevi'sinde Mısır'daki Hazine hikayesiyle bize benzer bir mesaj veriyor. Mevlana'ya göre de gerçek hazine maddi bir varlık değil, manevi bir arayışın sonucunda ulaşılabilecek bir mertebedir. Bu mertebeye ulaşmak için nefsi yenmek, bencil arzulardan arınmak ve İlahi sevgiyle dolmak gerekir.
Mevlana'nın bu öğretileri, Paulo Coelho'nun Simyacı romanını yazarken ilham kaynağı olmuş olabilir. Her iki eser de mutluluğun ve tatminin dış dünyada değil, kişinin kendi içinde bulunduğuna vurgu yapıyor.
Mısır'daki Hazine:
Bağdat'ta büyük bir mirasa konmuş bir adam, kısa sürede tüm servetini savurur ve yoksul düşer. Miras malının vefası yoktur, insana fayda vermeden geçip gider. Mirasa konan malın kıymetini bilmez; çünkü onu hiç emek sarf etmeden elde etmiştir.
Mirasyedi fakirleşip sıkıntıya düşünce, el açıp Allah'a yalvarmaya başlar. Günlerce yalvardıktan sonra sonunda bir gece rüyasında ona "Rızka kavuşman için Mısır'a gitmen gerek, orada büyük bir hazineye ulaşacaksın." denilir.
Adam uyanır uyanmaz Mısır'ın yolunu tutar. Bu uzun yolculuk ona çok zor gelir. Aç, susuz ve bitkin bir halde günlerce perişan bir vaziyette Mısır sokaklarında dolaşır. Ne bir parça ekmek bulabilmiş ne de hazinenin izine rastlamıştır. Nihâyet dilenmeye karar verir, gündüz utandığı için geceleri dilenecektir. Gece olunca sokaklarda dolaşmaya başlar. Tesadüfen o sırada Kahire'de hırsızlar çoğalmıştır. Bekçi onu yakalar, hırsız sanarak güzelce bir döver. O zaman acemi dilenci, zavallı yoksul: "Ne olur vurma. Mesele çok başka. Dövme, sana işin gerçeğini söyleyeceğim!" diye feryad eder.
Bekçi: "Peki söyle bakalım, gecenin bu vaktinde burada ne arıyorsun? Belli ki yabancısın. Sakın yalan söyleme, bana doğruyu anlat." der.
Adam yeminler ederek olanları anlatmaya başlar: "Ben ne hırsızım, ne de yankesici, garip bir Bağdatlıyım." diye başlayarak rüyasını ve aradığı defineyi anlatır.
Bekçi onun doğru söylediğine inanır: "Bre ahmak sen nasıl akılsız bir adamsın ki bir rüyâya inanarak, bir hayâle kapılıp buralara kadar gelmişsin! Ben yıllardır Bağdat'ta, falan mahallenin falan sokağındaki evin şurasında bir define vardır diye görüp dururum. Hiç böyle şeye inanılır mı? Bre akılsız adam, yürü git bir daha da gözüme görünme. Yoksa elimden bir daha kurtulamazsın." der.
Bunları duyan adamın sevincine sınır yoktu, çünkü bekçinin tarif ettiği ev Bağdat'ta bulunan kendi evidir. Koşarcasına Bağdat'a doğru yola çıkar.
Her yara bir ışık sızdırır ve bu ışık, bizi daha güçlü, daha bilinçli ve daha bilge bir insan, yani kamil insan haline getirir.
Işığı Fark Etmek:
Yaşamın karmaşık ve bazen de acı verici deneyimleri, bizi biz yapan değerli hazinelerdir. Mevlana Celaleddin Rumi'nin "Her yaradan bir ışık sızar" sözü, yaralarımızın ve zayıflıklarımızın sadece acının ve kaybın değil, aynı zamanda büyümenin, değişimin ve dönüşümün kapılarını aralayan işaretler olduğunu vurgular.
Her yara, bize kendimizle ve dünya ile ilgili derin bir bilgi sunar. Bu bilgiyi fark etmek ve kullanmak, bizi sıradan bir insan olmaktan çıkarıp yaşamın özünü anlayan ve dönüştüren bir bilgeye çevirir.
Hamdım Piştim:
Değişim sürecinde çektiğimiz acı ve sancı bizi pişirerek, hayatımızda farkli bir boyut açar.
Kuru nohut, tek başına yenilmesi zor bir besindir. Fakat tencerede dövüle dövüle kaynayıp olgunlaşır. Aşçı, pişmesi için nohudun kafasına sürekli vurur. Sonunda pişen nohut lezzetli bir yemeğe dönüşür.
Yaramız bize kim olduğumuzu, neler yaşadığımızı ve nasıl bir dönüşüm geçirdiğimizi gösterir. Toprağın altındaki tohumun filizlenip gün yüzüne çıkması sancılı olur. Tohumu, ağaç yapan toprağın altında yaşadığı sancıdır. Bir anlamda tohumun büyüme süreci, ışığın fark edilmesi ve kabul edilmesiyle başlar.
Yaralarımızı ve zaaflarımızı reddetmek veya onlardan utanmak yerine, onları birer bilgi kaynağı olarak görmek ve bu bilgiyi yaşamımıza entegre etmek gereklidir.
Brezilyalı yazar Paulo Coelho'nun Simyacı romanı, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de büyük ilgi gördü ve sevildi. Romanda, İspanya'dan Mısır piramitlerinde hazine aramaya çıkan bir çoban olan Santiago'nun hikayesi anlatılıyor. Hikaye boyunca Santiago, çeşitli maceralar yaşayarak kendini ve onu çevreleyen dünyayı keşfediyor.
Simyacı romanında asıl hazinenin maddi bir varlık olmadığı, mutluluğun ve tatminin kişinin kendi içinde bulunduğu mesajı veriliyor. Santiago, uzun ve zorlu bir yolculuktan sonra aradığı hazinenin her zaman yanında olduğunu ve gerçek mutluluğun iç huzurda ve kendini gerçekleştirmiş olmada yattığını keşfediyor.
Kendi kültürümüzden Mevlana da Mesnevi'sinde Mısır'daki Hazine hikayesiyle bize benzer bir mesaj veriyor. Mevlana'ya göre de gerçek hazine maddi bir varlık değil, manevi bir arayışın sonucunda ulaşılabilecek bir mertebedir. Bu mertebeye ulaşmak için nefsi yenmek, bencil arzulardan arınmak ve ilahi sevgiyle dolmak gerekir.
Mevlana'nın bu öğretileri, Paulo Coelho'nun Simyacı romanını yazarken ilham kaynağı olmuş olabilir. Her iki eser de mutluluğun ve tatminin dış dünyada değil, kişinin kendi içinde bulunduğuna vurgu yapıyor.
Mısır'daki Hazine:
Bağdat'ta büyük bir mirasa konmuş bir adam, kısa sürede tüm servetini savurur ve yoksul düşer. Miras malının vefası yoktur, insana fayda vermeden geçip gider. Mirasa konan malın kıymetini bilmez. Çünkü onu hiç emek sarf etmeden elde etmiştir.
Mirasyedi fakirleşip sıkıntıya düşünce, el açıp Allah'a yalvarmaya başlar. Günlerce yalvardıktan sonra sonunda bir gece rüyasında ona "Rızka kavuşman için Mısır'a gitmen gerek, orada büyük bir hazineye ulaşacaksın." denilir.
Adam uyanır uyanmaz Mısır'ın yolunu tutar. Bu uzun yolculuk ona çok zor gelir. Aç, susuz ve bitkin bir halde günlerce perişan bir vaziyette Mısır sokaklarında dolaşır. Ne bir parça ekmek bulabilmiş ne de hazinenin izine rastlamıştır. Nihâyet dilenmeye karar verir, gündüz utandığı için geceleri dilenecekti. Gece olunca sokaklarda dolaşmaya başlar. Tesadüfen o sırada Kahire'de hırsızlar çoğalmıştır. Bekçi onu yakalar, hırsız sanarak güzelce bir döver. O zaman acemi dilenci, zavallı yoksul: "Ne olur vurma. Mesele çok başka. Dövme, sana işin gerçeğini söyleyeceğim!" diye feryad eder.
Bekçi: "Peki söyle bakalım, gecenin bu vaktinde burada ne arıyorsun? Belli ki yabancısın. Sakın yalan söyleme, bana doğruyu söyle." der.
Adam yeminler ederek olanları anlatmaya başlar: "Ben ne hırsızım ne de yankesici, garip bir Bağdatlıyım." diye başlayarak rüyasını ve aradığı defineyi anlatır.
Bekçi onun doğru söylediğine inanır: "Bre ahmak sen nasıl akılsız bir adamsın ki bir rüyâya inanarak, bir hayâle kapılıp buralara kadar gelmişsin! Ben yıllardır Bağdat'ta, falan mahallenin falan sokağındaki evin şurasında bir define vardır diye görüp dururum. Hiç böyle şeye inanılır mı? Bre akılsız adam, yürü git bir daha da gözüme görünme. Yoksa elimden bir daha kurtulamazsın." der.
Bunları duyan adamın sevincine sınır yoktu, çünkü bekçinin tarif ettiği ev Bağdat'ta bulunan kendi eviydi. Koşarcasına Bağdat'a doğru yola çıktı.
Her yara bir ışık sızdırır ve bu ışık, bizi daha güçlü, daha bilinçli ve daha bilge bir insan, yani kamil insan haline getirir. 22.05.2024